Diyanet tam da BM ve toplamda 13 ülke tarafından kabul edilen Êzidî soykırım gününde Kobanê davasına müdahil olup, HDP'nin, "toplumun dini değerlerini temelden sarstığını" söyleyerek ceza istedi.
Mehmet Serhat Polatsoy
Hakikat aşktır, aşk özgür yaşamdır.
8 Ağustos 2023 Salı
Diyanet-Sîncar-Êzidî-Soykırım-Kobanî-Sincan!
5 Eylül 2022 Pazartesi
HDP, Urfa'da birinci parti!
Türkiye 2023 seçimlerine en katmerlisinden inşa edilen, korku duvarları ile girmiş bulunuyor. AKP-MHP iktidarı toplumun tüm kesimlerini terbiye etmeye, törpülemeye, mümkünse Siyasal-İslamcı zihniyeti ile yok etmeye çalışıyor. Bu yok etme yöntemlerinin neler olduğunu başta Kürtler ve Aleviler, Cumhuriyet'in ilk yıllarından beri yaşayarak biliyor. Toplumu mengeneye alan, aslında toplum-kırım planlarını uygulayan sadece AKP-MHP olmuyor. Devlet sisteminin var ettiği, CHP, Saadet ve CHP'den doğan İYİ parti de iktidarın toplum-kırım politikalarına destek sunuyor. Türkiye toplumunun kimi kesimlerinin onları AKP-MHP'den ayrı görmesinin nedeni İktidara kimi konularda muhalefet etmelerinden dolayı oluyor. Kimi konular diyorum çünkü iktidarın dışındaki sistem partileri iş, Kürt ve Alevi hakları olduğunda üç maymunları oynamaktan büyük zevk duymakla birlikte, Kürde dönük iktidarın işlettiği savaş politikalarını da kamuoyu önünde desteklemekten imtina etmiyor. İmtina ettikleri tek şey HDP ile aynı karede görünmeleri oluyor. Nedeninin, HDP'nin sistem partisi olmaması olduğu anlaşılabiliyor. Devlet'e devrimci değil, muhalif gerekiyor, çünkü devrimci, bozuk sistemi adalet, eşitlik ve özgürlükler ile değiştirmeye odaklanmışken muhalif, 'sistem olduğu gibi kalabilir, bir sakınca yok' deyip, iktidara odaklanıyor. Bu anlamda AKP-MHP dışında kalan sistem partileri için rahatlıkla, "devlete muhalif (devrimci) olanlara muhalefet eden konumdadırlar diyebiliriz. Dikkat ederseniz TİP genel başkanı Erkan Baş da geçenlerde "Devrimin olacağına inanıyor musunuz" diye bir soru ile karşılaştığını ancak buna gerek olmadığını, zaten devrimin cumhuriyetin ilanı ile birlikte olduğunu bu nedenle de yapılması gerekenin sistemi devam ettirmek olduğunu katıldığı bir programda söyledi. Tabanı değil ancak Baş'ın söylediğine göre TİP de temelde bir sistem partisi oluyor.
Geçenlerde HDP Urfa il Eş başkanı ağustos ayında yapılan bir anket sonucunu açıkladı. Ankete göre HDP, Urfa'da dış 8 ilçede birinci parti olarak görünüyor. Bu anket doğru çünkü HDP 7 Haziran 2015 seçimlerinde Urfa'da aşağı yukarı bu oranları aldı ve 8 ilçe belediyesi HDP'nin oldu. Önümüzdeki seçimlerde HDP'nin bu oranı almaması ve üzerine merkez Karaköprü ilçesini eklememesi için hiçbir neden yok.
AKP-MHP'nin Türkiye genelindeki çöküşü Urfa'da da karşılık buldu. Şu anda HDP, önemli oy farkı ile Urfa'da birinci parti konumunda. Hal böyleyken sistem partilerinin diğer şehirler olduğu gibi Urfa'da da iştahlarını kabartacak ciddi bir oy potansiyeli var düşüncesi oluştu. Seçim çalışması için sistem partilerinden ilk olarak İYİ parti geldi. Akşener dün Urfa'ya geldi ancak Akşener gelmeden bir ay kadar öncesi İYİ partili yetkililer kimi şahsiyetler ile görüştü. Ve Akşener Urfa'ya, doksanlardaki derin ilişkileri ile geldi. HDP dışındaki tüm muhalefet partileri, doksanlarda karanlık ilişki ve bağları olanları ziyaret ediyor. Urfa'da iki yüze yakın aşiret var. Bu aşiretlerden siyaset içerisinde etkin olan toplamda 7-8 aşiret var. Bunun dışında belli başlı aileler var. Tüm sistem partileri ismi duyulan aşiretler ile görüşme halindeler. Bu aşiretler zaten dün, sistem ile kol kola olanlardan oluşuyor. Öyle görünüyor ki her partide bu aşiret ve ailelerden isimler olacak.
İyi parti, CHP ve Saadet şu sıralar Urfa'da son yirmi yılda AKP-MHP'nin çevresine toplanan kesimler ile ilişki halindeler. Mesela A aşiretinde öne çıkan 3, B aşiretinden 5, C aşiretinden 5 isim var. Önümüzdeki günlerde de göreceğiz ki aynı aşiretlerde olan bu soy isimler her üç partide de yer alacaklar.
Yukarıda da yazdığımız gibi HDP Urfa'da birinci partidir ancak HDP'nin yapması gerekenler var. HDP'ye düşen görev sadece, kendisi olarak kalmaktır. Parti program ve tüzüğü neyi gerektiriyorsa onu yapmalıdır. HDP her halükârda Urfa'da 1. parti olacaktır ancak resmiyet sandık olacaktır. Bu nedenle sandık güvenliği için şimdiden çalışmaların başlatılması gerekiyor. Yeni İl yönetimi bu konuda yeterli gibi duruyor. Kimi güçlendirmeler kaçınılmaz olmakla birlikte İl ve İlçe yönetimlerinin büyük bir kampanya başlatması gerekiyor. HDP şimdiden Urfa'daki tüm HDP'li aile ve şahsiyetler ile görüşmeler gerçekleştirmeli. HDP'ye oy veren herkese ama herkese ulaşmak ve her bir yurttaşa bir görev yüklemek gerekiyor. Görevi olmayan HDP'li kalmamalı. Seçim beklenilmemeli. Tüm hazırlıklar seçimden 1 ay öncesinden bitmeli.
Ve Urfa, mahşeri kalabalıklara sahne olan güzelliklerin, hakikatin şehri yapılarak kurtarılmalıdır.
10 Temmuz 2022 Pazar
HDP Danışma kurulu ve Öcalan'ın Liberalizm tanımı
AKP, milli görüş gömleğini çıkarttıktan sonra inşa ettiği gemiden, saraylı yola düştü. Ardından liberaller de bu gemiye çıktı. Gemiye çıkma konusu, AKP'ye gömlek çıkartanların liberallere dönük kimi telkinleriyle oldu. AKP de onları, yol açmalarını sağlamak için kullandı. Çünkü liberallerden devlete zarar gelmezdi ve devlet bunu biliyordu. Kapitalizmde ekonomi -şimdilik en iyi- neo-liberal, toplum da liberal yaşam ile yürütülürdü. Tabi adına yaşam denirse! Yavaş yavaş ahlâksızlığı ahlâk olarak gören bir yaşam. Her şey ama her şeyin manipüle edildiği, hakikatin yerine sanalın ikame edildiği bir yaşam ancak, yol açıcı olan liberaller ile gelirdi. Liberaller her yerdeydi ve AKP bunu iyi kullandı. Basındaki liberaller AKP için adeta kutsal metinler yazarak ona bağlı bir toplum yarattılar. Tek kurtarıcı, AKP dediler.
Liberaller basın ayağını iyi kullanıyorlardı; TV,
gazete ve internet ile toplumun her hücresine adeta sinaps görevi yüklenip,
bilgi paketlerini nöral ağların odacıklarına ileterek AKP bilincini hâkim
kılmayı başardılar. Yaratılan, ulus-devlete yakışan bir toplum olmalıydı. Öyle
bir toplum yaratıldı ki burada AKP'nin dini kullanması, muhtevasındaki
sorgulayamaz topluma ulaşmayı kolaylaştırdı. Yaratılan toplum, 'liberaller bile
AK Parti ile' deyip bu partiye gözü, kulağı, ağzı kapalı olarak bağlandı.
Sorgulama yetisini kaybeden toplumun temeli sağlamdı: Osmanlıcılık bu nedenle
saraylılaştı. Türkler ve Müslümanlar, bir devletleri olsun, bir Şeyh olsun da
nasıl olursa olsunu kabul eden bir halk, bir inanç topluluğu!
Liberallerin desteği ile yaratılan toplum
sorgulayamıyor, günü birlik yaşamı görmenin, anı tatmanın, sahteliği dile
getirmenin dışına çıkamıyor. Böylelikle fikir, zikir ve eylem hakikati diye bir
şey kalmıyor.
Liberaller, iktidar ve devleti ayakta tutanlardır.
Ulus-devletler için nasıl "...Kapitalizmin gece bekçileridir"
deniyorsa bu, liberaller için de denebilir. Liberaller de Ulus-devletlerin gece
bekçileridir, diyebiliriz.
AKP'nin bir yere kadar liberaller ile devam etmesinin
nedeni, uluslararası yatırımların gelmesi, toplumun atomlarına ayrılması
içindi. Ne kadar yatırım, o kadar devletti. Yani Türkiye bir cazibe merkezi
haline gelirse devlet de iktidarı iç muhalefet ve devrimci güçlere karşı
korurdu ki, öyle de oldu. Muhalefet devletin politikalarının dışına çıkamazken
Kürtler, her dönemin günah keçisi seçildiler. İktidar hem yarattığı hem de zor
ve baskı araçları ile korku duvarları ördüğü, en küçük hak talebini gözaltı,
şiddet ve tutuklama ile sonuçlandırdığı için, tabanı dışında kalanları da
hareket edemez hale getirdi.
Yıllarca birey, bütünden kopuk halde yaşadı, yaşıyor.
Herkes tekleşti. Her koyun kendi bacağından asılır deyimi bireylerin sığınağı
oldu. Baskıya uğrayan oğullar, kızlar bile olsa anne veya baba çocuklarını
savunamadı. Öyle ki cezaevine çocuğuna, akrabasına para gönderenler "terör
örgütüne yardım suçundan" hapis cezaları aldı.
Kapitalizm yeni ülkeyi ilmik ilmik örüyordu. Son
tahlilde gelen Avrupalı yatırımcı değil, Ortadoğulu oldu. Devletin olan hemen
hemen her yer parsel parsel birkaç besleme, belki de komprador müteahhit, Katar
ve Suudilere satıldı. Devlet, millet edebiyatını ders konusu yapanlar
yarattıkları toplumu yazılılara koydu ve sıfırı bastılar. Nihayetinde Türk'ün
de bir vatan toprağı kalmadı. Tüm bunlar ne ile mi oldu? Tüketimci kapitalizm!
Bu tür sadece ekonomi alanında işlevsel değil, toplumdan koparılan bireyin
gündelik yaşamı, arda kalan toplum-su yapının siyasal, kültürel ve elbette
ekonomik yapı, algı ve pratiğini müthiş derecede etkiledi. Bu etkileme bilince
kodlandı ve yönlendirme ile gerçeklik algısı tümden değiştirildi. Peki
liberallere ne oldu? AKP'nin işi bitince gördük, hepsini saf dışı bıraktı.
Onlardan geriye posa kaldı.
Geçenlerde HDP, 43 kişiden oluşan bir Danışma kurulu
oluşturulduğunu açıkladı. Önceden olması gereken, süreç nedeniyle ertelendi ve
nihayetinde kurul oluşturuldu. Kurul kuruldu kurulmasına da burada isimler
üzerinden bir tartışma başladı. Listedeki 43 kişiden kimileri daha beş, altı
yıl öncesine kadar HDP ve öncülerine selam dahi vermemişken, kimileri de Kürt
siyasi hareketini düşmanlaştırıcı bir pozisyondaydı. Bunlar biliniyor; Kürtler
'in bunlara dönük antipati ve hassasiyeti var. Bu hassasiyetin oluşmasını
düşünememiş olmak pek anlaşılır değildir. Listedekilerin çok az bir kesiminin Kürt
olması ve yukarıda değinilen ayrıntılar Kürtlerde tepki ile karşılandı. HDP, bu
gerçeği görmelidir. Liberallere, liberalizme dönük tepki sadece Kürtlerde yok.
Liberalizm sadece Kürtlerin değil halkların, işçi-emekçilerin tepkisini çeken
bir düşünce sistemidir. Bununla ilgili çok uzağa gitmeden PKK lideri Abdullah Öcalan'dan alıntı yapmak
yeterli olacaktır. Öcalan'ın görüşleri, ANF haber sitesinde de derleme olarak
çıkmıştı. Buna göre Öcalan'ın, HDP danışma kurulundaki liberallerin konumunu
belirtmek adına liberalizm ile ilgili görüşlerini kısaca buraya almak istedim: Liberalizm,
burjuvaya özgürlük, işçi ve emekçilere köleliktir. Resmi anlamıyla liberalizm
tüm ulus-devlet sınıfları için özgürlük iken, modern kullar olan vatandaşlar
için işsizlik, ücretsiz çalışma, yoksulluk, açlık, eşitsizlik, özgürlüksüzlük
ve demokrasi yoksunluğu demektir. Liberalizmin gerçek anlamda özgürlükçülük
olmadığını iyi görmek gerekir. Liberalizm tam olarak "seçkinlere özgürlük,
tüm ötekilere kölelik" ister. Liberalizm kendini sağ ve sol liberalizm
olarak böldü. Sağ liberalizmle muhafazakarları etkisizleştirip kendi içinde bir
kanada dönüştürürken, sol liberalizmle de demokratlar ve sosyalistleri kısmen
kendi yedeğine yerleştirdi. Merkezi konuma böyle oturdu. Yoğunlaşan her krizde
birini yedeğine alarak güçlenme yoluna gidebiliyordu...
Çok rahatlıkla belirtebilirim ki bugün danışma kurulu
diye oluşturulan yapının içine dahil edilen birkaç posa kişilik, yukarıdaki
değerlendirmeye bakılacak olursa kendini yenileyen bir hücresel yapıya
sahiptir. Liberallerin amaçları ortadadır. Onların bırakın Kürtler ve
Alevilere, beyni dumura uğratılan Türk'e dahi verecekleri bir şey yoktur.
Yaşamları kimi, devlet memurluğundan emekli olanların yaşamı gibidir. Parti
tanımaz, ölçü, çizgi ve tarz bilmez; hakikate varılabilecek yol/yöntemden
bihaberdirler. Liberaller sistemi yaşatmaktan başka bir şeye yaramazlar.
HDP somutunda halklar ve inançlara, işçi-emekçilere dair zerre faydalı olmaz,
zihniyet dünyaları nedeniyle olamazlar.
Bu kişiler daha önce AKP diye bir canavar yaratmıştır
ve bu canavarın karşısında şimdi de ayakta kalan tek güç olan Kürt siyasi
hareketine, Kürtler' in ezici çoğunluğunun oy verdiği HDP'ye sarılmışlardır. Tam
da burada Öcalan'ın değerlendirmesini tekrar okuyun.
Kimse onlara, bugüne kadar neredeydiler demiyor. Oldukları
yer belli. İlle de birileri kendi vicdanlarını rahatlatmak için soracaklarsa,
neden 2010'a kadar AKP'ye destek verdiler de 2013 sonrası yavaş yavaş Kürt
hareketine yaklaştılar, diye sorulabilir. Ben bunun bir uyanış olduğunu
düşünmüyorum. Aklı başında olanlar aldanamaz. Kurul içindeki birçok kişi aklı
başında ve bile isteye AKP'ye destek sundular.
Ve Barış imzacıları! Onlar Türkiye için olması
gerekeni yaptı. Bu değerlidir. Fakat olması gerekeni yapmak alkış gerektirmez,
kurula almayı mecbur kılmaz. Bir alkış gerekecekse kırk yıldır kesintisiz
mücadele yürütenlere olmalı da her türden bedel vermeyi göze alanlar ve bedel
vermiş olanlar da "hak değil ancak partimize, halkımıza borcumuz
vardır" diyerek yapılması gerekeni yaptıklarını söylüyorlar.
Benim için dün AKP'nin yanında "Akan kanlarınızla
duş alacağız" diyen Peker bugün ne kadar AKP karşıtı ise, dün "yetmez
ama evet" diyenlerin, şu liberallerin AKP karşıtlığı da o kadar samimidir.
HDP'nin geç kaldığı ancak nihayetinde oluşturduğu
danışma kurulu müthiştir ancak içerisinde bulunan kimi isimler kritik konularda
danışılacak kimseler değildir. Bu, Kürtlerin, kırk yıllık mücadelesini görmemek
demektir. Danışma kurulundaki kimi isimler revize edilebilir, eklemeler
yapılabilir. HDP'ye gömlek değiştirme operasyonu varsa bunu göreceğiz ancak
böyle bir şeyin olduğunu düşünmüyorum. HDP'nin bu konuya dikkat etmesi
gerekmekle birlikte her şehirde de Danışma kurullları oluşturması elzemdir. Yerelinde
danışanı olmayanın merkezinde, sadece dogmatizm olur. Yerinden yönetimi
savunan bir anlayış herhalde katı-merkeziyetçi olamaz ki HDP'nin yerele ilişkin
çalışmalarının olduğunu düşünüyorum.
Özcesi; Radikal demokrat bir partinin, liberallere
başvurması düşünülemez. Radikal demokratlar, liberallerden akıl alamaz. Aksi,
radikal demokrat değilsindir. Aklı liberal olanın, kendi doğası gereği çok
dilli, çok kültürlü, çok inançlı, farklılıkların mozaiği olan bir toplumsal
yapıya faydası olmaz. Liberaller toplumsal yapıyı değil, devlet sistemini
savunurlar.
10.07.2022
Mehmet Serhat Polatsoy
18 Nisan 2022 Pazartesi
Hakikatin tesisi için sürece, öz-eleştirel yaklaşmalıyız
Mehmet Serhat Polatsoy
9 Ocak 2022 Pazar
Kılıçdaroğlu ve köleci dönem
Tarihte egemenler kölelere, sahte kurtuluş umudu olarak Din'i, Dinleri sunarlardı.
Köleler,
umutsuz kölelik yapamazlardı. Onların da bir umut hakkı olmalıydı ve kölelere
dinler pazarlanırdı. Köleler, an itibariyle köleyim ama Din'e bağlanırsam öte
dünyada özgür olacam, diye düşünüyorlardı. Din bağlayıcı ve itici bir güç
halini aldı. Çünkü an içinde yaşanan cehennem, öte dünyada mükafat olarak
karşılığını, cennet hayalinde bulacaktı.
Kölelerin,
çaresizliği nedeniyle zihin dünyaları böyle şekilleniyordu; köleci dönem kısmen,
böyle bir dönemdi.
Din ile
sahte bir özgürlük vaat edilirdi. Günümüze bakıldığında, geçmişte Dinler
kendilerini birazda köleler üzerinden var etti dersek pek, yanılmış sayılmayacağız.
Bugün de
böyle! İktidara hakim olan cephe baskı-zor politikaları ile topluma, mutlak
köleliği dayattı ve bunu, bir kültür haline getirdi. Herkes yaşamını kölelik
ilkeleri üzerine bina etti. Öyle ki bunun toplumsal ve hukuksal normları dahi
oldu. Bir yandan kölelik kurumu inşa edilirken diğer yandan direniş ruhuna
sahip tüm çevreler sindirilmek istendi. Baskı-zor, direnen kesimlere katmerli uygulandı.
Komplolar veya üretilen suçlarla gözaltı, tutuklamalar, amaca ulaşmak için yer
yer katliamlarla taçlandırıldı.
AKP-MHP
iktidarı için, köleci toplumu yaratan cephe diyebiliriz. Kılıçdaroğlu'nun
temsil ettiği muhalefet için de, bir Din diyebiliriz. Kölelerin de bir hakkı
olduğunu söyleyen bir Din.
Kılıçdaroğlu
kendini bu dinin, cennetin anahtarını elinde bulunduran bir peygamberi gibi
görüyor. Tarihte egemenlerin kölelere bir din ile umut hakkı olarak sunduğu
cennet hayalini bu defa Kılıçdaroğlu, "ben vereceğim" üzerinden
sürdürüyor. Kılıçdaroğlu'nun söylemlerinin genel analizine baktığımda, iki
sonuç çıkıyor:
1) Kılıçdaroğlu
açıklanan 4.200 asgari ücret rakamı için asgari ücretlilere, "Açıklanan
rakam iyi bir rakam, bizden de en fazla 4.500 rakamını görebilirsiniz"
demiş ve topluma da, "önümüzdeki dönem daha fazla zamlar yaşanacak" diyerek
ki burada da, ekonomik olarak çok şey beklemeyin uyarısını yapmıştı.
2) Özgürlüğü
elinden alınan Kürtlere karşı da Kılıçdaroğlu her seferinde, halkın öncüleri ve
savunucularını terörize ederek savaşın hız kesmeden yaşanacağını aktarıcı
açıklamalar yapıyor ki buradan, adalet, eşitlik ve özgürlükler anlamında bir
hayır olmayacağını anlayabiliyoruz.
Sözün özü egemenlerin
yeni sözcülüğüne soyunan Kılıçdaroğlu açıktan, "köleler, eski dönemin
değil, yeni dönemin köleleri olarak kalacak" diyor.
09.01.2022
Mehmet
Serhat Polatsoy
8 Haziran 2021 Salı
AKP'nin arkasındaki asıl güç ve Kuantum silgisi!
AKP'nin arkasındaki asıl güç ve Kuantum silgisi!
...Hesabının verilemeyeceği kimi pis işler, para ile alınanlar
eliyle yapılıyor. Nasıl bu fabrika üretimi oluşumlar bir gün oldukları
yerlerden sökülüp atılacaksa, bunları kontrol edenler de sistemleri tümden
dahil olmak üzere bir gün atılacağı günü bekliyorlar. Tabi iktidar da boş
durmaz; bu süre zarfında 'acaba iktidarda kalır mıyız, acaba ömrümüz, ne
kadar sürer' diye düşünmeden, öte taraftan devleti ele geçirmeye, yani
devletleşmeye çalışırlar. Silsilenin en altındakiler, fırsatını bulduğunda her
zaman bir üste, mümkünse en tepeye tırmanmak ister ve bunun için de her şeyi
yaparlar. Şahsiyetler şirket, şirketler hükümet, hükümetler ise devletleri
devirebilirler!
Machiavelli'yi biliriz: Toplum için nasıl iyi olurdan çok,
hükümdarlar nasıl hayatta ve iktidarda kalır üzerine önerilerde bulunan,
aslında çözümlenebilip anlamlandırılabildiğinde
görüşleri, -önerileri bugün tüm Ulus-devletlerce uygulandığından ki bu,
açıkları yakalanarak- toplum lehine kullanılabilecek bir düşünür ya da askeri
stratejist olarak görmek gerekiyor. Machiavelli'nin Hükümdar adlı kitabında
önemli bir tespiti vardır. Hani İskender'in Dara\Darius ülkesini işgal ettikten
ve sadece birkaç yıl yaşadıktan sonraki ülke yönetiminin yaşadıklarını
anlattığı bölüm. Machiavelli orada, "Türkler, siyasi bakımdan
kuldurlar; hükümdarın iktidarında hiçbir payları yoktur. Sadece
katlanırlar" diyor. Yüzyıllık Türk toplumu ve muhalefet partilerine uyuyor
olabilir mi!
İlgili bölümde, "Bir hükümdar ve kulları tarafından
yönetilen hükümdarlıklarda, hükümdar çok daha büyük otoriteye sahiptir, çünkü
ülkesinin bütün toprakları üzerinde en yüce kişi olarak yalnız o bilinir ve
tebaa başka birine itaat etse bile, bunu, onun bir vekili, ya da memuru olarak
görür, buna karşı hiçbir şahsi bağlılık duymaz. Türk padişahının bütün ülkesi,
yalnızca onun tarafından yönetilir, geri kalan herkes kuldur ve o,
imparatorluğunu sancaklara (askeri bölgeler) bölmüş ve bunların başına valiler
getirmiştir; bunları dilediği gibi azleder ve değiştirir" diyor. Bugün
Türkiye'nin Suriye, Libya, Irak, Doğu Akdeniz gibi birden çok açtığı cepheleri,
diplomatik ve askeri savaş sahalarını, iktidarda kalmak için "2071'e hazır
mısınız" benzerinden vaatlerle de din odaklı ve milliyetçi cepheyi
afyonladığından biliyoruz. Peki muhalefet ne yapıyor? Onca maddi ve manevi
kaynağın heba olmasına sırf, 'mesele devletse gerisi teferruattır' anlayışı ile
yaklaştığından, göz yumuyor.
Son tahlilde, Türkiye ne tam despotik ne tam monarşik bir
yönetime sahip olmadığı gibi -ideolojik yapısal konumlanışı nedeniyle- hem
despotik ve hem de ciddi anlamda monarşik özellikler taşımaktadır, diyebiliriz.
Bu durumun aynı zamanda hem tam teslimiyetçilik tehlikesini hem de özgürlüğü
getirebilecek fırsatlar sunabileceğini görmek gerekiyor.
Mehmet Serhat Polatsoy
08.06.2021